6 Ekim 2015 Salı

DİLİMİZİ ZENGİNLEŞTİREN DEYİŞLER



İnsanın ana dilini düzgün, kurallarıyla kullanabilmesi; konuşabilmesi ama daha önemlisi yazabilmesi çok güzel bir şey, hatta meziyet. Hele bir de dili kullanırken deyimleri, atasözlerini, deyişleri yerinde ve düzgün

1 Kasım 2014 Cumartesi

BİR FİNCAN KAHVE



"Bir fincan kahve" sözü tek başına sadece somut bir anlam taşır gibidir ama işin içine "kırk yıl hatır" girince olayı bambaşka bir boyuta taşır sanki. Dostluğu anlatır, hatrı anlatır, güzel bir sohbetin tadını anlatır.. Kırk yıl hatır çok şey anlatır kısacası.

İşte bütün bu güzelliklere vesile olan şey, o "bir fincan"ın ta kendisidir. İçine koyulan ister Yemen'den gelsin, ister Çin'den Maçin'den.. Önemli olan o küçücük kaptır, onun sunumudur.

Yaklaşık 7 aydır bu güzelliğe özenip fincan biriktiriyorum. Biraz kendim meraklıydım fincanlara, biraz da bazı arkadaşlarımdan görüp hoşlandığım için başladım.

İlk başladığımda 13 fincanım vardı sadece ve bu mutlu başlangıçtan,

22 Mayıs 2014 Perşembe

FİNCAN KOLEKSİYONUM


Sevgili arkadaşım Dilek'ten (Ihlamurcum)'dan epeydir özeniyordum kahve fincanı biriktirmeye. Onun her gün ayrı bir tanesinde kahve içip, güzelim fincanlarının fotoğraflarını facebook'a koyduğunu bilmeyenimiz yok gibi..Çocukluğumda klasik olarak pul koleksiyonum vardı, hatta halen de durur arşivimde :) Ama bu fincan olayı gerçekten çok hoş. Bir süredir ben de biriktirmeye başladım. Tabii ki öncelik "kullanılmış" olan, yani

4 Mayıs 2014 Pazar

KAPİTALİZM..



Murat Kekilli Facebook sayfasından bir alıntı paylaşmış bir arkadaşım.. Bayıldım, bu kadar mı güzel anlatılır, hatta hicvedilir? Fotoğraf da yazıya ait. Süper.. Aynen aktarıyorum izninizle..

"Merhaba Ben Kapitalizm!
Küçük kızlarınızı Barbie Bebeklerle büyüttüm, bugün sizden estetik operasyon için para istiyorlar diye neden şaşırıyorsunuz!
Çıkarlarım uğruna kocaman bir moda endüstrisi yarattım!
İstediğimi de elde ettim, 17 yaşındaki kızların çoğu dış görünüşlerinden rahatsız.
Ben Kapitalizmim! Bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vücudunu beğenmemesine yetiyor!
Ben Kapitalizmim ve bakış açınızı öyle bir değiştirdim ki, hırsız bir CEO'nun hayat hikayesi sizin için "azim ve başarı hikayesi" olabiliyor.
Ben Kapitalizmim ve ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği, kitap okumadığı, tiyatro ve sinemaya çok az gittiği bir toplumda alaşağı edilmek gibi bir kaygım yok!
Ben Kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, ancak %1'inizin ihtiyacı olan makineleri 3. Dünya Ülkelerinde, ucuz işçilerle üretmekte çok başarılıydı..
Elbette bütün kapitalistler birer "aziz" gibi konuşacaklar, tıpkı Bill Gates gibi, 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz!
Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları yüzünden kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu.
Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yağlarınızı eritmek için ter döküyorsunuz!
Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var!
Ben Kapitalizmim ve Starbucks için kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek!
Ben Kapitalizmim ve Uzak Doğu'da 6-12 yaş arası kızlar 200$ gibi komik bir paralarla seks kölesi olarak satılıyorlar.
Ben Kapitalizmim ve "serbest piyasa ekonomisi" dünyanın en büyük yalanı.
Ben Kapitalizmim ve Amerikalıların % 24'ü eğer milyarder olmaları için bütün ailelerini reddetmeleri gerekecekse, bunu yapabileceklerini söylüyor.
Ben Kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum! Lütfen birer obje haline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria's Secret'a koşun.
Victoria's Secret ülkelerine Türkiye de eklendi, avuç içi kadar çamaşıra 80$ verince çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum!
Ben Kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun iPad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum!
Ben Kapitalizmim ve Madonna'nın sadece Londra'da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte.
Ben Kapitalizmim ve Tayland'da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland'e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek.
Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90'ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var.
Ben Kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene 8.5 milyar $ değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktar...
Ben Kapitalizmim ve siz pırlantalara bayılırsınız, Hindistan'da 1 milyon kişi günde 1.2 dolar kazanarak o pırlantaları üretiyorlar.
Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor.
Ben Kapitalizmim ve sizin hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının % 64'ü kokain bağımlısı.
Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz.
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek tanrı benim!
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar 5 yıldızlı Kabe manzaralı otellerinde, "ibadet" ederlerken?
Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel'i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için "kutlarken"?
ABD'de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok çünkü TV'de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar.
Ben Kapitalizmim ve yine başardım! Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu halde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım.
Dünya nüfusunun % 50'si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 1'ine sahip.
Dünya nüfusunun % 1'i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 50'sine sahip.
Ben Kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım.
Amerikalıların % 85'i eğer ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyor. İşte bu kapitalin gücü!  "

3 Şubat 2014 Pazartesi

BİR ANKARA GEZİSİNDEN YAŞAMA İLİŞENLER


BU, BİR GEZİ YAZISI GİBİ GÖRÜNMEKLE BİRLİKTE, ASLINDA DEĞİLDİR.. ÖNYARGIYLA OKUMAYIN YANİ..


Bazı zamanlarda bir aslan gibi hissediyorum kendimi, özellikle anneliğim ve evladımı korumam söz konusuysa ki eminim bütün "anne"lerde bu böyledir. Yırtıcı, güçlü, karşısına dikilen herkesi elinin tek bir hareketiyle devirebilecek kadar güçlü üstelik.. Bu, belki de bir önceki yaşamımda aslan olduğum gerçeğine dayanıyordur kimbilir?


Bazen, insanoğlunun beni bulamayacağı, sadece kuşlarla muhabbet edebileceğim bir aşiyana saklanmak istiyorum, herkesin böyle münzevi zamanları oluyor mu bilmem ama benim oluyor. O dönemlerde, beni belki de kuşların daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum, kimbilir?


Aslında olduça dolu ve yoğun bir yaşantı sürmekle birlikte, bazen bir köşede öylece yararsız duruyormuş gibi hissediyorum. Tıpkı bu tarihi taşlar gibi.. değerli ama atıl.. Sonra geçiyor..


Bazen, belki çok önemsiz gibi görünen ufacık bir ayrıntının hayatımızı veya yaşam alanlarımızı, kendilerine yüklediklerimizden çok daha fazla anlamlandırabildiklerini, güzelleştirebildiklerini düşünüyorum. Ufak tefek değişikliklerden korkmayın diyorum.


Bazen, bazı insanların hayatlarının başköşesinde olduğumu hissediyorum. Mesela eşimin, oğlumun, annemin, vs. Bu, hem benim gururumu okşuyor, hem de içerdiği sorumluluk dolayısıyla beni ürkütüyor. O zaman daha da mütevazı olmaya çalışıyorum onlara karşı, abartmasınlar diye..


Sosyal medyada çok iyi dostlarım var. Ama bazen dost sandıklarımdan öyle ilgisiz bir tavır görüyorum ki, işte o zaman, internetin sanallığına yaraşır bir biçimde onları adeta "sanal" olarak boynuzlarıma takıyor ve önceliklerimden çıkarıyorum. Kısacası "yok sayıyorum" ve arkama yaslanıp derin bir ohh çekiyorum.


Bazen, cumba denen şeyin, insan hayatının güvenliğini sağlamaya çalışan en estetik şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. "Korumaya çalışan" dedim çünkü hiçbir önlemin bazen yeterli olamadığını görüyoruz ama olsun; bu, cumbanın çok estetik olduğu gerçeğini değiştirmiyor..


Bazen canım babamı fena halde özlüyorum ve 17 yılın kor ateşini soğutabilmek için, ona (halen bende duran ve yukarıdakinin aynısı olan) kendi daktilosuyla şık bir mektup yazmak istiyorum. Niye el yazısı değil de daktilo? Belki onun defalarca dokunduğu bir nesneye dokunmanın iyi geleceğinden ümitle, kimbilir?


Bazen, ülkemizin ara sıra içinden geçtiği ve kuşakların yitip gittiği acı sınavlarda, hapishanelerde veya bizzat darağaçlarında yok yere canlarını yitirmiş gençler geliyor aklıma ve çok üzülüyorum. Suçları kesinleşmeden, kanıtlanmadan yargıcın ve celladın birer hareketiyle ölüp gidivermiş bu gençlerin annelerine ağlayasım geliyor en çok da. Çektikleri acıları içimde hissediyorum zira..


Diyet yapmanın, sonuçta belki bu çiçeklerin bu girişi güzelleştirdiği gibi insanları da güzelleştirdiğini ama aynı zamanda bu insanları çok da mutsuz ettiğini düşünüyorum. Sanırım başlayıp başlayıp bırakmalarının nedeni bu olsa gerek.. Ayrıca tombul olmak çoğu insana çok yakışıyor..


Bazen kendi gemimizin kaptanı kendimiz iken, bazen dümenin - farkında olarak ya da olmayarak- başkalarının eline geçtiğini düşünüyorum. Çabuk farkedersek o dümeni tekrar zaptediyoruz ama geç kalırsak tekrar ele geçirmenin çok zor olduğunu da biliyoruz.


Bazen birilerini gelişigüzel eleştirmeden önce, onların davranışlarının arkasında neler yatıyor olabileceğini görmek için o hayatlara belki de dürbünle bakmak gerektiğini düşünüyorum. Gerçek resmi daha büyük görebilmek için..


Bazen bir karnaval trenine binmişçesine eğlenebileceğim bir yerlere gitmek istiyorum ama kafam kaldırmaz korkusuyla vazgeçiyorum. Sessiz yaşama çok alıştığımızdandır belki..


Bazen ilkel bir gemiye binip; sessiz sedasız seyahat edebileceğim, kitap okuyacağım, müzik dinleyeceğim, bulmaca çözeceğim hatta içimi döktüğüm yazılar yazacağım bir seyahate çıkmak istiyorum. Hadi birkaç sevdiğim de yanımda olsun :)


Bazen avuç dolusu para döküp eski gerçek bir gramofon ve plaklar almayı, kolunu çevirip çevirip eskileri dinlemeyi istiyorum ama gramofon bütçemdeki öncelikler arasında yer almadığından vazgeçiyorum.


Bazen, cinayet veya büyük bir günah işledikten sonra hamama gidip iyice yıkanan insanlar, edebiyat eserlerindeki gibi  gerçekten arındıklarını düşünüyorlar mıdır diye merak ediyorum ama kafamı bu saçmalıktan hızla uzaklaştırıyorum..


Küçücük özgürlüklerimin dahi elimden alınmak istendiği bazı zamanlarda, bir hapishane penceresinden dışarıya bakıyormuşum gibi hissediyorum sanki. Bu kadar kuru, bu kadar anlamsız ve bu kadar öfkeli..


İnsanların gerçek hazinelerinin sandıklarda, oturdukları şaaşalı evlerde, bindikleri lüks arabalarda değil de tamamen içlerinde yani kalplerinde taşıdıkları insanlıkta olduğunu düşünüyorum. Hatta bundan eminim..


Bazen küçücük bir hediyelik eşya dükkanımın olmasını ve orada insanlarla içiçe olup onları tek tek gözlemlemeyi istiyorum ama hayatın gerçeklerini düşünüp vazgeçiyorum. Onun yerine, önünden insanların geçtiği bir kafeye yalnız başıma oturuyor ve bu işi çayımı yudumlarken yapıyorum..


Aslında hayatımızın böyle bir ibresi olduğunu, biz farkına varmadan hayatımızı gizli gizli yönlendirdiğini düşünüyorum. Bize düşen ise bu ibrenin marifetlerine gülmek, ağlamak veya şaşırmak oluyor..


Bir fincan kahvenin kırk yıl hatrının bazen maalesef olmadığını düşünüyorum. İşte o zaman içimden "etrafımızda ikram ettiğimiz kahvelerin değerini hep bilecek insanlar olması" için dua etmek geliyor.


Kapılar ne kadar güzel veya özgün olurlarsa olsunlar, bunun, arkalarında yaşanan hayatların da güzel  olduğunun bir garantisi olmadığını düşünüyorum.. Hatta buna bazen hüzünleniyorum da..


Bazen kafamın içi öyle yoğun oluyor ki, tıpkı bu kitabedeki yazılar gibi anlamsız geliyor okuduğum kitaplar. Dönüp dönüp bir daha okuyorum, sonuç değişmiyorsa bir süreliğine beynimi dinlenmeye alıyorum, kitabı da kenara tabii..


Bazen böyle kazanlarda aşureler kaynatıp, çevremdeki (tanıdık-tanımadık) tüm insanlara dağıtmak geliyor içimden. Bu istek, çoğu zaman da aşure ayının dışındaki zamanlarda zuhur ediyor nedense.. Kendince sıradan olmak istemediğindendir belki, kimbilir?


Bazen bu kara kedi gibi özgürce canımın istediği yerden su içmek istiyorum.. Tabii ki temizliğinden tıpkı onun gibi emin olarak ve su için büfe aramak zorunda kalmadan..


Ben hiçbir zaman en güzel çay-kahve takımlarımı kullanmak için misafirimin gelmesini beklemiyorum. Çıkarıp kullanıyorum, canım ne zaman isterse.. Misafirin geleceği güne kadar kimin ömrünün garantisi var ki?


Rengarenk teneke kutular, bu dikiş makinelerinin mütemmim cüz'üdür aslında ama bana göre mutfakları renklendirmek için de idealdir. Ben seve seve kullanıyorum, rahmetli anneannemi ve babaannemi yadederek üstelik..


Bazen dünyayı bu küçücük lumbozlardan, üstelik oturduğumuz yerden seyrediyormuşuz gibi geliyor.. Oysa yerimizden kalkıp pencerelerimize iyice yaklaşsak, hatta alnımızı iyice dayasak cama; çok daha geniş bir perspektiften dışarıyı görebiliriz inanın. Evet, camımız biraz kirlenebilir, buğulanabilir belki ama çok daha geniş bir açıdan görürüz herşeyi. Hem zaten, bir reklamda da dedikleri gibi, belki de böyle kirletmek güzeldir :))


Ben bu radyoları da özlüyorum bazen.. İnsan bugün bu kadar değerli olacağını bilse, o zaman anne-babasına hiç attırır veya başkasına verdirir miydi bunları acaba? Kesinlikle verdirmezdi bence.. Keşke şu an olsalardı..


Bazen evsiz olduğu için sokakta yaşayan insanların, bir hapishanenin bu mutfağı kadar berbat bir mutfaklarının bile olamadığını düşünüp kahroluyorum. Ama onlara sırf bu yüzden bile olsa, hapishanede mi yoksa sokakta mı olmayı tercih ettiklerini sorduğumuzda alacağım cevaptan hiç emin olamıyorum. İşin ucunda özgürlük olunca..


Bazen bu antika sırçalar kadar güzel ve değerli olduğumu hissedip mutlu oluyorum ama bu kadar kırılgan da olabildiğim için mutluluğum kursağımda kalıyor..


Bazen böyle sobalarla ısındığımız ve annemin evimizi böyle süpürgelerle temizlediği günlerimize özlem duyuyorum.. Sonra onların bu yüzden çektikleri sıkıntıları düşününce emin olamıyorum..


Çıktığı yerin ışığını kapatmayan, işine ara verdiği zamanlarda bile suyu kapatmayıp amansızca akıtan kısacası "DÜNYANIN" kaynaklarını çok hor kullanan insanlara hep kızıyorum..


Bazen de mavi yolculuğa çıkmak istiyorum ama hidrofobik bir kadın olduğumdan bu fikirden de hızla uzaklaşıyorum. Eğer yine de çıkacak olsam, muhtemelen kıyıdan fazla uzaklaşmayacağım "tedbirli" bir yolculuğu tercih ederim gibi geliyor..

Efendim; bu yazıyı yazmak fikri; Kasım ayında arkadaşlarımla çıktığım Ankara gezisinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Rahmi Koç Sanayi Müzesi, Ankara Kalesi, Hamamönü, Ulucanlar Cezaevi gibi mekanlarda kendi çektiğim karelere bakarken geldi. Aslında her karenin hayatla birebir ne kadar da ilintili olduğunu farkettim ve oturdum PC başına. Elbette bu kareler, yüzlercenin içinden seçtiklerim ama hayata en "dair" gördüklerim aynı zamanda.. Keyifle okuduysanız, ne mutlu bana..

6 Ocak 2014 Pazartesi

İYİ Kİ VARSIN OĞLUM


Canım oğlum; 

24 yıl önce bu saatlerde, seni kucağıma vermelerinin üzerinden üç saat kadar geçmişti henüz. Ben narkozdan yeni yeni ayılmış, gelen gidene mutlu ama sana bir o kadar şaşkındım. Minicik, kara saçlı, kibrit çöpü parmaklı o bebeğin sen olduğuna inanmak şu anda daha da güç tabii. 

Bebekliğin ameliyatların dolayısıyla biraz sıkıntılı geçmiş olabilir ama onun dışında son derece sevimli ve sakin bir bebektin. Sevgiyle her şeyi aşabilen bir çocuktun. İşten eve geldiğimde, koşup koşup boynuma atlar ve "annnnemmmmmmm" derdin ya, işte onlar beni hayata bağlayan en önemli şeylerdi, hatta bugün bile bana yetiyorlar. Bankada aklımı sıyırıp, sonra seninle geçirdiğim zamanların ardından tekrar normale döndüğümü çok bilirim. Niye diyeceksin, antidepresan etkin diyelim :)  

Ana sınıfına ağlayarak başlayışın, sırandan kalkıp kalkıp babaannenin dışarıda seni bekleyip beklemediğini kontrol etmen,..Birinci sınıfa başlamana iki hafta kala Foça'da bisikletten düşüp köprücük kemiğini kırışın..İlkokul ikide okula kendi kendine ilk gittiğin gün seni arkandan gölge gibi okula kadar evhamla izleyişim.. Altıncı sınıfta okuldan ilk kez kendi evimize gelip anahtarla açıp girişin ve daha bu ilk tecrübe ettiğin günde, canın çok istediği için, tavada peynir kızartman.. Bir yere gideceğin zaman ev halinle fırlıyorsun diye sana biraz özenmeni ve temiz giyinmeni tavsiye ettiğimde, bunu umursamayışın.. ama benim olmadığım bir gün evden ilk kez kendi başına çıktığında tertemiz giyinip beni mahçup etmemen, dahası çok sevindirmen..Banka kurslarından seni arayıp ne istediğini sorduğumda "fısfıffı yofum" (fıstıklı lokum:)) deyişin.. ve sana doğumgününde aldığım lahana bebeğin en iyi arkadaşın olup, gece korkularını yenmesi.. Foça'daki ilk zamanlarımızda köpekten korkarken, bir gün oraların köpeği Karaburun'un burnunun dibine girip onu sevmen ve bizi şaşırtman.. Babaannenin, çelimsiz ve uysal bir çocuk olduğun için seni sokağa yalnız salmayıp, senin yanında diğer çocuklardan korumak üzere pür dikkat beklemesi.. Çok iştahsız ve zor yiyen bir çocuk olduğun için envai şarkı söyleyip, envai masal anlatıp sabırla yemek yedirmesi.. İstisnasız her iki yılda bir başka bir ilkokula kaydını almamız..

Lisedeyken okulu benden habersiz asla ekmemen, dersaneye giderken asla habersiz devamsızlık yapmaman.. Çünkü yapmak istemediğin bir şeye seni zorlamanın anlamsız olduğunu düşündüğümü bilmen.. ama bu "yapmak istemediklerinin" karşısına mutlaka "öyleyse yapman gerekenler" ile geleceğimi bilmen ve uzlaşman..Traş olmadan okula gitmene kızdığımda bunu umursamaman.. ama okul müdürü bir gün seni okula traşsız almayıp geri gönderdiğinde tırıs tırıs geri dönmen.. Haftada, en geç on günde bir, okul dönüşü beni haberdar ederek kendiliğinden babaanneni ziyaret etmen ama en güzeli çarşıdan geçerken kalan harçlığınla mutlaka gevrek alıp ona boş gitmemen..ince düşünceliliğin.. 

Üniversite seçiminde, başta baban olmak üzere, sözel bölüm seçmene karşı çıkan herkesin karşısında ama senin yanında durmam.. İstediğin bölümü kazanman, kayıt için İstanbul'a birlikte gidişimiz, birlikte yurt buluşumuz.. Hazırlığı bitirip de birinci sınıfa başlarken kiralık ev arayışımız, oraya eşya düzmek için koşuşturmamız.. İkiye başlarken ev satın almamız ve orayı da büyük bir heyecanla temizleyip döşememiz, günlerce eksiklerini tamamlamak için telaşlanmamız.. Birlikte Nevizade'ye gidip felekten bir gece çalmamız.. İstanbul'a geldiğimde ilk iş hipermarkete gidip buzdolabını ağzına kadar doldurmamız.. Sonra aldıklarımızı hiç nefes almadan yemeğe çevirip dipfrize tıkmamız.. Birlikte evini temizleyip, sonra karşılıklı çay kahve keyfi yapışımız.. Bazen upwords, bazen trivial pursuit oynayışımız.. ama mutlaka çay kahve eşliğinde oynayışımız..Benim sana hababam kedi getirip götürmem.. Gezi olaylarına, arkadaşların seni almak üzere uğradıkları halde, beni endişelendirmemek için ben oradayken katılmayıp benim dönmemi beklemen..

Beni korkunç bir üzüntüye garkettiğin "sigaraya başlama" olayın.. İlk başlarda inkar etmen.. Sonra sessiz uzlaşmamız.. Uzun bir süre ben oradayken asla içmemen.. ama sonraları duman molası için "bizzat bana " kendini balkona kilitletmen.. Klasik "erkek çocuk-baba" çatışmalarında "sığınılacak liman"a yani bana sırtını dayaman.. Önceleri her sıkıntını benimle paylaşırken, büyüdükçe içinde kalman ve artık konuşmaman..

Aşırı dürüst, titiz, temiz, derli toplu, insancıl, iyilik sever, dedikoduyu sevmeyen, süper sır tutan, ketum bir adam oluşun................................ Daha hangi birini sayayım.. Bu liste uzar gider..  

Bugün doğumgünün.. Seni kucağıma alışımın tam 24.cü yıldönümü.. Doğumgünün kutlu olsun güzel oğlum, Allah yolunu açık etsin.. Nice nice sağlıklı ve mutlu yılların olsun.. İyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki benim oğlumsun. Herşey gönlünce olsun Ulusçuğum.. 

15 Aralık 2013 Pazar

BEN OLAMADIM, BARİ ÇOCUĞUM OLSUN HIRSI


Öteden beri şu "ben doktor olamadım, oğlum olsun", "ben bir enstrüman çalamadım, kızım çalsın", "en büyük hayalim mühendis olabilmekti, ben olamadım bari çocuğum olsun" meselesine fena halde takık durumdayım !

Bizler ebeveynler olarak zamanında ne olmuşsak olmuşuz, ne olamamışsak da olamamışız, neyse ne.. O devir artık bitmiş, geçmişte kalmış. O devrin favori meslekleriyle şimdikiler arasında dağlar kadar fark var. Önce bunu bir anlamamız lazım. Ayrıca çocuğumuz ayrı bir birey, ayrı bir kişilik. Bunu da anlamamız lazım. Yani onun kendine göre yetenekleri, kendine göre olmak istedikleri veya olmak istemedikleri var. Bizim geçmişte kalan ukdelerimizden veya hırslarımızdan ona ne, değil mi?

Tamam; evlatlarımız küçükken, henüz sağlıklı karar verebilme yetilerine sahip değilken, ilköğretim çağlarında bizim ufak tefek yönlendirmelerimize ihtiyaç duyabilir. O zaman onları, yine de baskı yapmadan, yönlendirmek, doğru kanallara itmek anne-babalık vazifemiz olabilir, öyledir de. Buna bir itirazım yok. Ama biz doktor, mühendis, eczacı, ressam, müzisyen, bankacı, aşçı vs.. olmak isteyip de olamadıysak; bunun yükünü çocuğumuzun omzuna niye yüklüyoruz onu anlamıyorum.

Tabii bunun tam tersini anlamakta da güçlük çekiyorum. Çocuğumuzun olmak istediği şeye engel olmayı yani. Siz fikrinizi söyleyin, diliniz döndüğünce artılarını eksilerini anlatın yapmak istediği mesleğin ama engel olmayın lütfen. Bırakın ne istiyorsa onu olsun. "Siz istediniz, bu mesleği okudum ama şimdi hiç mutlu değilim" demesindense, "siz çok söylediniz, ben dinlemedim ama şimdi çok pişmanım" demesi kulağa daha mantıklı gelmiyor mu sizce de? Ben hep bu ikincisini tercih ettim.

Oğlum, müthiş bir matematik zekasına sahipken, lisede branş seçeceği zaman matematikten nefret ettiğini söylediğinde benim haricimdeki bütün aile efradı birden paniklemişti "eyvah sözel bölüm mü okuyacak, iş bulamaz?" diye. Hepsinin karşısında küçücük boyumla !! zırh gibi durup "biz karışmayalım, bırakalım sözel okusun, sonra suçlu biz oluruz" dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Bizi suçlamasından korktuğumdan değildi lakin bu duruşum.. Sadece ikilemde kalıp üzülmesinden idi. Babası çok söyledi: "Oğlum gazeteci olmak için illa gazetecilik bölümü okuman şart değil; işletme oku yine gazeteci olabilirsin" diye ama istemedi. Şimdi gazetecilik yapamayacağını anladı. Yazı yazmayı, haber yapmayı sevmiyor çünkü. Ama bundan kendi de pişman değil, bizi de suçlayabileceği bir konu yok. O nedenle içim çok rahat.

Oysa ben doktor olmayı çok istemiştim ama annem engel olmuş ve yazdırmamıştı tercihlerim arasına. Üstelik çevremdeki herkes hemfikir ki benden süper bir doktor olurdu. Ben onların ısrarıyla filoloji okudum ve dille bağlantılı olarak bankacılık yapıp emekli oldum, fakat bankacılıkta hiç mutlu olmadım. Şimdi annem çok pişman. "Çok çileli meslek diye tıp yazdırmadım ben sana ama sen o meslekte çok mutlu olurmuşsun, çok kızıyorum kendime şimdi" deyip duruyor ama olan oldu bir kere..

Siz siz olun, bence hangi mesleği seçmesi gerektiğine bırakın o karar versin. Yardım isterse fikir verin, yol gösterin. Ama kararlıysa bırakın seçsin. Yani hayatındaki kararların sorumluluğunu alarak başlasın işe..

Benimki sadece naçizane bir öneriydi... Herkesin evlatlarıyla ilgili davranışı kendisini bağlar elbet, o nedenle tercih sizin şüphesiz..