3 Şubat 2014 Pazartesi

BİR ANKARA GEZİSİNDEN YAŞAMA İLİŞENLER


BU, BİR GEZİ YAZISI GİBİ GÖRÜNMEKLE BİRLİKTE, ASLINDA DEĞİLDİR.. ÖNYARGIYLA OKUMAYIN YANİ..


Bazı zamanlarda bir aslan gibi hissediyorum kendimi, özellikle anneliğim ve evladımı korumam söz konusuysa ki eminim bütün "anne"lerde bu böyledir. Yırtıcı, güçlü, karşısına dikilen herkesi elinin tek bir hareketiyle devirebilecek kadar güçlü üstelik.. Bu, belki de bir önceki yaşamımda aslan olduğum gerçeğine dayanıyordur kimbilir?


Bazen, insanoğlunun beni bulamayacağı, sadece kuşlarla muhabbet edebileceğim bir aşiyana saklanmak istiyorum, herkesin böyle münzevi zamanları oluyor mu bilmem ama benim oluyor. O dönemlerde, beni belki de kuşların daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum, kimbilir?


Aslında olduça dolu ve yoğun bir yaşantı sürmekle birlikte, bazen bir köşede öylece yararsız duruyormuş gibi hissediyorum. Tıpkı bu tarihi taşlar gibi.. değerli ama atıl.. Sonra geçiyor..


Bazen, belki çok önemsiz gibi görünen ufacık bir ayrıntının hayatımızı veya yaşam alanlarımızı, kendilerine yüklediklerimizden çok daha fazla anlamlandırabildiklerini, güzelleştirebildiklerini düşünüyorum. Ufak tefek değişikliklerden korkmayın diyorum.


Bazen, bazı insanların hayatlarının başköşesinde olduğumu hissediyorum. Mesela eşimin, oğlumun, annemin, vs. Bu, hem benim gururumu okşuyor, hem de içerdiği sorumluluk dolayısıyla beni ürkütüyor. O zaman daha da mütevazı olmaya çalışıyorum onlara karşı, abartmasınlar diye..


Sosyal medyada çok iyi dostlarım var. Ama bazen dost sandıklarımdan öyle ilgisiz bir tavır görüyorum ki, işte o zaman, internetin sanallığına yaraşır bir biçimde onları adeta "sanal" olarak boynuzlarıma takıyor ve önceliklerimden çıkarıyorum. Kısacası "yok sayıyorum" ve arkama yaslanıp derin bir ohh çekiyorum.


Bazen, cumba denen şeyin, insan hayatının güvenliğini sağlamaya çalışan en estetik şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. "Korumaya çalışan" dedim çünkü hiçbir önlemin bazen yeterli olamadığını görüyoruz ama olsun; bu, cumbanın çok estetik olduğu gerçeğini değiştirmiyor..


Bazen canım babamı fena halde özlüyorum ve 17 yılın kor ateşini soğutabilmek için, ona (halen bende duran ve yukarıdakinin aynısı olan) kendi daktilosuyla şık bir mektup yazmak istiyorum. Niye el yazısı değil de daktilo? Belki onun defalarca dokunduğu bir nesneye dokunmanın iyi geleceğinden ümitle, kimbilir?


Bazen, ülkemizin ara sıra içinden geçtiği ve kuşakların yitip gittiği acı sınavlarda, hapishanelerde veya bizzat darağaçlarında yok yere canlarını yitirmiş gençler geliyor aklıma ve çok üzülüyorum. Suçları kesinleşmeden, kanıtlanmadan yargıcın ve celladın birer hareketiyle ölüp gidivermiş bu gençlerin annelerine ağlayasım geliyor en çok da. Çektikleri acıları içimde hissediyorum zira..


Diyet yapmanın, sonuçta belki bu çiçeklerin bu girişi güzelleştirdiği gibi insanları da güzelleştirdiğini ama aynı zamanda bu insanları çok da mutsuz ettiğini düşünüyorum. Sanırım başlayıp başlayıp bırakmalarının nedeni bu olsa gerek.. Ayrıca tombul olmak çoğu insana çok yakışıyor..


Bazen kendi gemimizin kaptanı kendimiz iken, bazen dümenin - farkında olarak ya da olmayarak- başkalarının eline geçtiğini düşünüyorum. Çabuk farkedersek o dümeni tekrar zaptediyoruz ama geç kalırsak tekrar ele geçirmenin çok zor olduğunu da biliyoruz.


Bazen birilerini gelişigüzel eleştirmeden önce, onların davranışlarının arkasında neler yatıyor olabileceğini görmek için o hayatlara belki de dürbünle bakmak gerektiğini düşünüyorum. Gerçek resmi daha büyük görebilmek için..


Bazen bir karnaval trenine binmişçesine eğlenebileceğim bir yerlere gitmek istiyorum ama kafam kaldırmaz korkusuyla vazgeçiyorum. Sessiz yaşama çok alıştığımızdandır belki..


Bazen ilkel bir gemiye binip; sessiz sedasız seyahat edebileceğim, kitap okuyacağım, müzik dinleyeceğim, bulmaca çözeceğim hatta içimi döktüğüm yazılar yazacağım bir seyahate çıkmak istiyorum. Hadi birkaç sevdiğim de yanımda olsun :)


Bazen avuç dolusu para döküp eski gerçek bir gramofon ve plaklar almayı, kolunu çevirip çevirip eskileri dinlemeyi istiyorum ama gramofon bütçemdeki öncelikler arasında yer almadığından vazgeçiyorum.


Bazen, cinayet veya büyük bir günah işledikten sonra hamama gidip iyice yıkanan insanlar, edebiyat eserlerindeki gibi  gerçekten arındıklarını düşünüyorlar mıdır diye merak ediyorum ama kafamı bu saçmalıktan hızla uzaklaştırıyorum..


Küçücük özgürlüklerimin dahi elimden alınmak istendiği bazı zamanlarda, bir hapishane penceresinden dışarıya bakıyormuşum gibi hissediyorum sanki. Bu kadar kuru, bu kadar anlamsız ve bu kadar öfkeli..


İnsanların gerçek hazinelerinin sandıklarda, oturdukları şaaşalı evlerde, bindikleri lüks arabalarda değil de tamamen içlerinde yani kalplerinde taşıdıkları insanlıkta olduğunu düşünüyorum. Hatta bundan eminim..


Bazen küçücük bir hediyelik eşya dükkanımın olmasını ve orada insanlarla içiçe olup onları tek tek gözlemlemeyi istiyorum ama hayatın gerçeklerini düşünüp vazgeçiyorum. Onun yerine, önünden insanların geçtiği bir kafeye yalnız başıma oturuyor ve bu işi çayımı yudumlarken yapıyorum..


Aslında hayatımızın böyle bir ibresi olduğunu, biz farkına varmadan hayatımızı gizli gizli yönlendirdiğini düşünüyorum. Bize düşen ise bu ibrenin marifetlerine gülmek, ağlamak veya şaşırmak oluyor..


Bir fincan kahvenin kırk yıl hatrının bazen maalesef olmadığını düşünüyorum. İşte o zaman içimden "etrafımızda ikram ettiğimiz kahvelerin değerini hep bilecek insanlar olması" için dua etmek geliyor.


Kapılar ne kadar güzel veya özgün olurlarsa olsunlar, bunun, arkalarında yaşanan hayatların da güzel  olduğunun bir garantisi olmadığını düşünüyorum.. Hatta buna bazen hüzünleniyorum da..


Bazen kafamın içi öyle yoğun oluyor ki, tıpkı bu kitabedeki yazılar gibi anlamsız geliyor okuduğum kitaplar. Dönüp dönüp bir daha okuyorum, sonuç değişmiyorsa bir süreliğine beynimi dinlenmeye alıyorum, kitabı da kenara tabii..


Bazen böyle kazanlarda aşureler kaynatıp, çevremdeki (tanıdık-tanımadık) tüm insanlara dağıtmak geliyor içimden. Bu istek, çoğu zaman da aşure ayının dışındaki zamanlarda zuhur ediyor nedense.. Kendince sıradan olmak istemediğindendir belki, kimbilir?


Bazen bu kara kedi gibi özgürce canımın istediği yerden su içmek istiyorum.. Tabii ki temizliğinden tıpkı onun gibi emin olarak ve su için büfe aramak zorunda kalmadan..


Ben hiçbir zaman en güzel çay-kahve takımlarımı kullanmak için misafirimin gelmesini beklemiyorum. Çıkarıp kullanıyorum, canım ne zaman isterse.. Misafirin geleceği güne kadar kimin ömrünün garantisi var ki?


Rengarenk teneke kutular, bu dikiş makinelerinin mütemmim cüz'üdür aslında ama bana göre mutfakları renklendirmek için de idealdir. Ben seve seve kullanıyorum, rahmetli anneannemi ve babaannemi yadederek üstelik..


Bazen dünyayı bu küçücük lumbozlardan, üstelik oturduğumuz yerden seyrediyormuşuz gibi geliyor.. Oysa yerimizden kalkıp pencerelerimize iyice yaklaşsak, hatta alnımızı iyice dayasak cama; çok daha geniş bir perspektiften dışarıyı görebiliriz inanın. Evet, camımız biraz kirlenebilir, buğulanabilir belki ama çok daha geniş bir açıdan görürüz herşeyi. Hem zaten, bir reklamda da dedikleri gibi, belki de böyle kirletmek güzeldir :))


Ben bu radyoları da özlüyorum bazen.. İnsan bugün bu kadar değerli olacağını bilse, o zaman anne-babasına hiç attırır veya başkasına verdirir miydi bunları acaba? Kesinlikle verdirmezdi bence.. Keşke şu an olsalardı..


Bazen evsiz olduğu için sokakta yaşayan insanların, bir hapishanenin bu mutfağı kadar berbat bir mutfaklarının bile olamadığını düşünüp kahroluyorum. Ama onlara sırf bu yüzden bile olsa, hapishanede mi yoksa sokakta mı olmayı tercih ettiklerini sorduğumuzda alacağım cevaptan hiç emin olamıyorum. İşin ucunda özgürlük olunca..


Bazen bu antika sırçalar kadar güzel ve değerli olduğumu hissedip mutlu oluyorum ama bu kadar kırılgan da olabildiğim için mutluluğum kursağımda kalıyor..


Bazen böyle sobalarla ısındığımız ve annemin evimizi böyle süpürgelerle temizlediği günlerimize özlem duyuyorum.. Sonra onların bu yüzden çektikleri sıkıntıları düşününce emin olamıyorum..


Çıktığı yerin ışığını kapatmayan, işine ara verdiği zamanlarda bile suyu kapatmayıp amansızca akıtan kısacası "DÜNYANIN" kaynaklarını çok hor kullanan insanlara hep kızıyorum..


Bazen de mavi yolculuğa çıkmak istiyorum ama hidrofobik bir kadın olduğumdan bu fikirden de hızla uzaklaşıyorum. Eğer yine de çıkacak olsam, muhtemelen kıyıdan fazla uzaklaşmayacağım "tedbirli" bir yolculuğu tercih ederim gibi geliyor..

Efendim; bu yazıyı yazmak fikri; Kasım ayında arkadaşlarımla çıktığım Ankara gezisinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Rahmi Koç Sanayi Müzesi, Ankara Kalesi, Hamamönü, Ulucanlar Cezaevi gibi mekanlarda kendi çektiğim karelere bakarken geldi. Aslında her karenin hayatla birebir ne kadar da ilintili olduğunu farkettim ve oturdum PC başına. Elbette bu kareler, yüzlercenin içinden seçtiklerim ama hayata en "dair" gördüklerim aynı zamanda.. Keyifle okuduysanız, ne mutlu bana..

18 yorum:

  1. Ne guzel bir Ic dokme olmus.Fotograflarin cogunun benzeri bende de var ama DIYET diye bir yer hic gormedim.Neyin pesindeysem:))

    YanıtlaSil
  2. :)))))) Diyetle işin olmadığındandır Petekçim :)))) Bendeki de "algıda seçicilik" muhtemelen :)) Sağolasın canım benim..

    YanıtlaSil
  3. yüreğine ve kalemine sağlık serapcım. çok güzel bir yazı olmuş. büyük bir keyifle ve düşünerek okudum. sevgiler. deniz alper

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Denizcim; beğenmene çok memnun oldum arkadaşım, sağolasın canım :)

      Sil
  4. hepsi çooook güzel.o radyonun aynısı halacığımda da vardı. bilmem ne yaptı. şu an hastanede yatıyor ya, ondan herhalde, daha bi içimi acıttı o resim:((((((
    çenebaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çenebazım; Allah halacığına sağlık nasip etsin tez vakitte :(( Hepsi gerçekten çok nostaljik :) Sağol canım..

      Sil
  5. canım serabım inşallah bu yazıyla içinde ne var ne yok dökmüşsündür. Ben çok beğendim ellerine, beynine, anlatımına sağlık..Güzel kalpli, güzel yüzlü arkadaşım...
    Figen Koçak

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Figenim; çok sağol canım arkadaşım, kardeşim, çok şeyim benim :)

      Sil
  6. Nasıl keyif aldım birden başımı salladığımı farkettim oraları kendim geziyormuşum da birden dışarı çıkmış gibi oldum:))
    Yüreğine ,kalemine sağlık canım benim nefis bir yayım olmuş:

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağolasın Haticecim; böylesine beğendiğine çok mutlu oldum, sağolasın :)

      Sil
  7. Cok buyuk bir keyifle her bolumden ayri bir haz alarak okudum fotograflarda ayri bir guzeldi yazilara cuk oturmus. Dusundumde kakemin hayli iyi kitap mi yazsan ki:) kisacasi cok begendim renkli bir ic dokus olmus...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nilgüncüm; çok sağol canım ama estağfurullah diyeyim, içimden taşanları anlattığım naçizane bir yazı bu :)

      Sil
  8. evet bencede tam anlamıyla kendini, içini ortaya koymuşsun ablacığım. cesaret ister böyle yazılar. ellerine sağlık. sevgiler.

    YanıtlaSil
  9. Serap'cım , her karede duygularını öyle güzel aktarmışsın ki ... çoğunda aynı duyguları paylaştım ,hatta her karenin yanına 'evet gerçekten ben de ' demek diye yazmak geldi içimden.. Yani olayın içine çektin bizi :) Bu da çok hoşuma gitti doğrusu ..Böyle yazılarının devamını diliyorum canım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Meralcim; canım benim, beğenmene çok mutlu olsum, sağolasın :)

      Sil
  10. Ne güzel anlatmışsınız, bayıldım, kaleminize gönlünüze sağlık....

    YanıtlaSil